Ne Yersek Oyuz…


AY237172

 

 

Defne Koryürek

 

 

Son yaban

 

 

Kaç haftadır bu köşeyi balık, balıkçılık ve bir müşterek olarak bu denizlerin, sucul hayatın
sorunlarıyla işgal ettim; sizler artık yeter demeden konuyu toparlamayı deneyeceğim.

 

Sırayla gidersek:
Balık bir av mahsulü. Yani, son yaban gıdamız. Ancak sucul hayat limitli, yani sonlu.
Balıkçı son avcı. Ülkemizde karşılığı pek belirsiz. Zira kooperatiflerinin birleştirici, dayanışmacı yanı
eksik, devletle ilişkisinde sahipsiz, sosyal güvencesi yok.

 

Ekonomimiz ise büyüme tasasında ve verimlilik esasına dayanıyor. 1980’lerden itibaren büyümeye
zorlanan ve verimliliği sonarlar, radarlar ile artırılan balıkçı filomuz bu denkleme hiç oturmuyor.
Sektörün yarattığı ekonomi hesaplanabilir değil, gri alanda yoğunlaşıyor. Limitli olan sucul
kaynaklarımız ise hâliyle bitmenin eşiğinde. Gene de ekonomi tüketilecek ürün talep eder, balıkçı da
bu sistemin çarklarına ürününü “av” olarak katıp, “vatandaşın bol bol balık tüketebilmesi için” denize
çıkarken kimseden göremediği finansal desteği aldığı kabzımalının elinde üretimine fiyat biçemeyen
bir vasıfsız işçiye dönüşmüş durumda.

 

Bu çizdiğim, istisnası olan “entegre”, yani hem avcı, hem çiftlikçi, hem balık unu fabrikatörü, hem de
kabzımal olan bir avuç aile haricinde, tüm sistemin özet resmidir.

DİĞER HABERLER
Balık yiyen örümcek patlaması

 

Balıkçımız bu resmettiğim darboğazdan balığı para edecek olsa çıkacağını biliyor. Ancak
kooperatifin varlık göstermediği, kabzımalın yönettiği sistemde fiyatı koyan o, asla olmayacak.
Balıkçının avcılık refleksi ise onu hem en çok balığı getirmeye hem de balığını en ucuza satmaya
zorluyor. Son örnek aklınızdadır şüphem yok, geçen haftalarda Samsun’da bir kilo hamsi bir liradan
satılabildi, hem de balıkçısı eliyle.

 

Trajedi, elbette!

 

Bu nedenledir ki her ne kadar her bir düzenlemeyi “yasaklar” olarak adlandırsa ve itiraz etse de, her
gün yeni bir grup balıkçının “kotaya bağlansın denizler” çığlığı kuvvetlenerek yükseliyor, diğer
çığlıkları bastırıyor. Kotanın balığa hak ettiği, adil bir fiyatı kazandıracağı umudu her gün biraz daha
yükseliyor.

Ancak gelin görün ki kota adil olmanın çok dışında bir kulvarda ilerlemek demek.. Zira kota demek,
av hakkının tayini demek ve her tayini yapılanın olduğu gibi av hakkının da bir fiyatının olması
demek.

 

Bu da yeni bir sayfa açıyor tasalarımıza!

 

Dünyada yeni bir kavram var; az eskimiş ancak fevkalade tedirgin edici land-grabbing, yani toprak
gaspından hareketle isimlendirilen sea-grabbing, yani deniz gaspı.
Batı Afrika kıyılarından Şili’ye, Güney Çin Denizi’ne, deniz gaspı aslında Çin’in ya da Suudi
Arabistan’ın Afrika’nın verimli topraklarını ekonomik güçlük çeken ülkelerden para karşılığı uzun
vadeli kiralaması gibi. Sucul hayatı son derece bereketli kıyıların yerlisi insanların elinden avlanma
haklarının satın alınması yoluyla gerçekleşiyor. Sıklıkla şirketler tarafında.

DİĞER HABERLER
UKON Yönetim Kurulu Başkanlığı’na Ahmet Hacıince oybirliği ile yeniden seçildi

 

Bu usulün İstanbul Boğazı gibi bir biyolojik koridorda lüfer, palamut ve hamsi üzerinden uygulanması
hâlinde; hakların, yani kotaların para (aslında öncelikle geriye dönük borçlar) karşılığı ve elbette
kabzımallara ama orta vadede entegre balıkçılara ve hatta uluslararası şirketlere satılacağını
öngörebilirsiniz.
Son yaban gıdamızın endüstriyel hâli olan çiftliklerde GDO’lu somon üretimine kadar gidecek kârlılık,
verim ve büyüme esaslı şirket modeline, avcılığın bağlanacağı usuldür, bu yani.
İstanbul lüfere hasret kalmasın derken, aşırı avcılığa itiraz ederken sucul hayata, geleneksel usul
avcılığa ve insanlık onuruna sahip çıktığımızı söylemek hiç ama hiç yanlış olmaz.
Bereket zira, onu korumayı bilenin mirasıdır çocuklarına.

 

TARAF

 

dkoryurek@fikirsahibidamaklar.org

 


10 Kasım 2013. 10:47
0 0 Oylar
Okuyucu puanı:
Abone ol
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
Bütün yorumları gör
This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.
0
Düşünceleriniz bizim için önemlidir, lütfen yorum bırakınız.x