Kutsal mesleğimize karşı yapılan saldırılar ve haksızlıklar ne yazık ki hız kesmeden devam ediyor. Bu haksızlıkların en yenisi Tigem’de yaşandı. Yıllardır Veteriner Hekimlerinin yönettiği Atçılık Daire Başkanlığına konuyla uzaktan yakından ilgisi olmayan Tarla Bitkileri Bölümü mezunu bir Ziraat Mühendisi atandı. Geçenlerde merak edip Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Web Sitesine baktım. Bakanın ve Müsteşarın zaten Veteriner Hekimi olmadığını biliyoruz da halen yürürlükte olan Uluslararası Cenevre Sözleşmesi gereğince Genel Müdürü Veteriner Hekimi olması gereken Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü koltuğunda bile bir Ziraat Mühendisi oturuyor. Bakanlığın diğer birimlerinde zaten Veteriner Hekiminden eser bile yok. Urfa’daki bir yerel gazetede kendi milletvekilleri olan Bakanın Tarım Reformu Genel Müdürlüğündeki üç daire başkanlığına Urfalı bürokratları atadığını yazıyordu. Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlükleri zaten başlı başına bir rezalet. İllerin %10’unda bile Müdür Veteriner Hekimi olmadığı gibi yasal olarak İl Müdür Yardımcılarının Veteriner Hekimi olması zorunlu illerde bile böyle bir durum söz konusu değil. Tüm bunlarla da yetinmeyip son günlerde büyük baş hayvanla uğraşan meslektaşlarımızın ekmeği ile oynamayı deniyorlar. İlgili yönetmelikte değişiklik yapıp lise mezunlarına sun’i tohumlama yaptırmak istiyorlar. Mesleğimize karşı yapılan bu saldırıların, Bakanlıktaki bu meslek bağnazlığının ve bölgeciliğin sonu nereye varacak. Bu duruma ses çıkarması gereken TVHB Merkez Konseyi her zaman olduğu gibi yine mektup yazmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu kötü gidiş karşısında, mesleğimize büyük hizmetlerde bulunup ebediyete göç etmiş rahmetli meslektaşlarımızın ahını ve vebalini kimler taşıyacak. Mesleğimize karşı yıllardır planlı olarak sürdürülen bu saldırılara kimler dur diyecek. Ne zaman ölü toprağını üzerimizden atıp kendimize geleceğiz.
Aslında bu planlı saldırıların geçmişi çok eskilere, 1985 yılına kadar dayanır. Emperyal güçler ve onların yerli işbirlikçileri Türkiye’de, tıpkı yıllar önce Somali’de yaptıkları gibi ülke hayvancılığını yok etmek ve dışa bağımlı kılmak adına önce Veteriner Hekimliği etkisiz ve itibarsız hale getirme yoluna gittiler. Bu amaçla, Uluslararası Cenevre Sözleşmesine göre kurulan ve bağımsız bir hayvan sağlığı örgütü olması gereken Veteriner İşleri Genel Müdürlüğünü kapattılar ve yerine ne idiğü belirsiz karma örgütler kurdular. Ardından, Cumhuriyetten sonra hayvan ıslahında çok önemli görevler üstlenmiş olan Hara ve İnekhaneleri Devlet Üretme Çiftlikleri ile birleştirerek önce hayvancılıktan uzaklaştırdılar, sonra da ya kiraladılar ya da yok pahasına sattılar. Bu yetmezmiş gibi bir yandan da hayvan yetiştiricilerinin olmazsa olmazı Et ve Balık Kurumu Genel Müdürlüğünü (EBK) ve Süt Endüstrisi Kurumu Genel Müdürlüğünü (SEK) ortadan kaldırdılar ve böylece işgal ettikleri arsalara Alışveriş Merkezleri (AVM) inşa ettiler. Emperyal güçler tüm bu hainlikleri yaptıktan sonra topu Avrupa Birliğine attılar. Türkiye’nin AB’ye üyelik başvurusu yapmadan önce girdiği Gümrük Birliği ve onayladığı serbest ticaret anlaşmaları evvelce küçük çapta başlamış olan dişi damızlık, lop et ve besi danası ithalatını daha da azgınlaştırdı. Sadece 2010-2015 yılları arasında Türkiye’ye 272.00 damızlık sığır, 4 milyon damızlık olmayan sığır, 2.2 milyon koyun ve keçi, 211 ton sığır eti ithal edildi ve karşılığında 4 milyar TL karşılığı döviz ödendi. Yalnızca bu yılın ilk 5 ayında Türkiye’ye 149.000 baş sığır ithal edildi. Bu sayının yıl sonuna kadar bir milyonu bulması bekleniyor. Yani kısacası emperyal güçler 1985 yılında başlattıkları savaşı kazandılar ve Türkiye’yi bir ithalat cenneti haline getirerek, hayvancılık yönünden kendilerine bağımlı kılmayı başardılar. Gariban Türk hayvan yetiştiricisi ürettiği ürününü değer fiyatına satamayıp gittikçe fakirleşirken, birileri de Avrupalı çiftçileri zengin etmek için yarışa girdiler. Bu arada Avrupa Birliği’nin kırsal nüfusu %5 e indirin dayatması ve hühumetin verdiği sıfır faizli kredilerle yüz yıllardır Türkiye’yi ayakta tutan Aile Hayvancılığı yok edildi ve yerine kapitalizmin hakim olduğu mega işletmeler kuruldu. Çünkü hayvanı, gariban küçük aile işletmeleri değil aldıkları sıfır faizli kredilerle palazlanan bu mega işletmeler ithal edebileceklerdi. Uydurdukları bir kuş gribi masalı ile köy tavukçuluğunu da yok ettiler. Avrupa Birliği bir yandan da uyum kandırmacası adı altında binlerce kamu Veteriner Hekimini asli görevleri olan teşhis, tedavi, koruyucu hekimlik, sun’i tohumlama, nekropsi ve operatif müdahale gibi işlerden uzaklaştırıp, küpe takma, bilgisayarda hayvan kaydetme, çiftçilere verilecek destek miktarını hesaplama gibi bürokratik işlerle uğraştırmayı ve Tarım Danışmanı, Yetkilendirilmiş Veteriner Hekimi gibi uyduruk ünvanlarla pasifize etmeyi başardı. Yani kısacası emperyal güçler sonunda amaçlarına ulaştılar ve Kamu Veteriner Hekimliğini planlı bir şekilde itibarsızlaştırdılar. Bunun sonucunda da Türkiye hayvancılığı bugün hepimizin bildiği gibi içinden çıkılmaz bir hale geldi. Şunu iyi bilelim ki, Türkiye’de Veteriner Hekimliğinin yok olması demek hayvancılığın, hayvancılığın yok olması demek de Ülkenin yok olması demektir. Eğer bizler, Veteriner Hekimleri ve örgütlerimiz olarak bu tehlikenin farkına varamayıp bir an önce etkili önlemler alamazsak uzun sayılmayacak bir sürede bu yok oluşun gerçekleneceğine hiç kuşku yoktur.

DİĞER HABERLER
SÜTAŞ 3. Fabrikasını Bingöl’e kuracak